İklim Değişikliği ve Korunan Alanlar
Çoğunlukla insan faaliyetlerine dayalı emisyonlar sonucu sera gazı konsantrasyonlarındaki artıştan kaynaklandığı düşünülen ve son yıllarda çevre problemlerinin gündeme geldiği her ortamda sıkça duyduğumuz “iklim değişikliği”, dünya üzerindeki yaşamı tehdit etmektedir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu; sera gazlarının önemli derecede artması sonucu son yüzyıldaki ortalama sıcaklık artışının 1 dereceye yaklaştığını kaydetmiştir. Fosil yakıtların kullanımı, elektrik ve ısı üretimindeki artışlar, endüstrinin gelişmesi ve ormansızlaşma iklim değişikliğini meydana getiren antropojenik etkilerin başında gelmektedir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki; iklim değişikliği nedeniyle sıcaklık dalgalanmaları ve güçlü fırtınalar daha sık görülecek, okyanuslar ısınacak, deniz seviyesi yükselecek, doğal afetlerde artışlar görülecek, kar ve yağış rejimi değişecek, çölleşme gözlemlenecek ve orman yangınları artacak, kar ve buz miktarı azalacaktır. Bunun sonucunda; su kaynakları zarar görecek, bitkilerin yaşam döngüleri değişecek, iklim göçleri yaşanacak, hayvanların yaşam döngülerinde ve göç yollarında değişiklikler olacak, gıda güvenliğinin sağlanmasında sıkıntılar yaşanacak ve salgın hastalıkların riski artacaktır.
80’li yıllardan beri dünya sıcaklığında artışın meydana geldiği çeşitli uluslararası kuruluşlarca gündeme getirilerek iklim değişikliği ile mücadele için küresel bir çabanın gerekliliği ortaya konulmuş, uluslararası iklim toplantıları hız kazanmıştır. 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine 196 ülke taraf olmuştur. Bu sözleşmenin amacı “Atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmayı başarmak” tır. 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolüne taraf olan192 ülke ile Avrupa Birliği üyeleri sera gazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 yılı seviyesinden %5,2 aşağıya çekmeyi kabul etmişlerdir. Yaşadığımız bu çevre sorunu o kadar önemli bir boyuta ulaşmıştır ki; durumun ciddiyetini ortaya koyan bilimsel çalışmaların ışığında, dünya üzerindeki her ülkenin belirli önleyici tedbirleri alması ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf ülkelerce her yıl Taraflar Konferansları (COP) düzenlenmekte, iklim değişikliği ile küresel mücadele için çalışmalar yapılmaktadır. Bu çerçeve sözleşme kapsamında imzalanmış olan Kyoto protokolünün II. taahhüt dönemi 2020 yılında sona erecektir. Bu nedenle 2014 yılında düzenlenen 20. Taraflar Konferansında 2020 yılı sonrası için yeni iklim anlaşmasının çerçevesi çizilerek taraf ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarına katkıları ile ilgili taahhütlerini vermesi kararlaştırılmıştır. 2015 yılının Aralık ayında düzenlenecek olan 21. Taraflar Konferansında Paris Anlaşmasının metninin tamamlanması planlanmaktadır. Bu süreçte ülkeler tarafından iklim değişikliği ile mücadele konusunda stratejiler belirlenmiş ve eylem planları hazırlanmıştır. Faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesi için uluslararası fonlar devreye alınmıştır. Örneğin; AB fonları ile ayrılan kaynakların %20 kadarının iklim ile ilgili harcamalarda kullanılması gerekmektedir. Bir yandan da ulusal politikaların izlenmesi, raporlanması ve değerlendirilmesi ile ilgili çalışmalar yürütülmektedir. Ancak bilimsel çalışmalar sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile etkisinin uzunca bir süre devam edeceğini ve iklim sisteminin normale dönmesinin yüzlerce yıl alabileceğini göstermektedir.
Bu süreçte etkilenecek olan birçok biyolojik türün devamlılığının sağlanması açısından doğal çevrenin ve yaşam alanlarının korunması son derece önemlidir. Birçok ülke, sahip olduğu doğal güzellikleri ve biyolojik zenginlikleri korumak üzere belirli alanlara koruma statüleri tanımlayarak mevcut ve olası baskılara karşı bu alanlardaki değerlerin daha sonraki nesillere aktarılmasını hedeflemektedir. Korunan alanlar, kendine has yönetim sistemleri geliştirilen, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin azalmasına karşı koymak üzere kullanılan bir araç olarak kabul edilmektedir. Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) korunan alanları “doğanın ve ilgili ekosistem hizmetleri ve kültürel değerlerin uzun vadeli muhafazasını sağlamak için, yasal ya da diğer etkili yollar vasıtasıyla tanınan, tahsis edilen ve yönetilen, açıkça belirlenmiş coğrafi bir alan” olarak tanımlar. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde ise korunan alanlar “Belirli koruma amaçlarını gerçekleştirmek üzere tasarlanan ve yönetilen coğrafi olarak tanımlanan alan” olarak tanımlanmaktadır.
Korunan alanlar genelde biyoçeşitliliğin korunması amacıyla oluşturulmaktadır. Dünya üzerinde, kara ve deniz alanlarında, farklı coğrafyalarda, çok farklı statülerle tanımlanmış olan korunan alanlar bulunmaktadır. Bazılarında giriş-çıkışlar bile kontrol altında ya da yasakken, bazı korunan alanlarda, içerisinde insan faaliyetleri, hatta yerleşimler yer almaktadır. Korunan alanlar dünya kara yüzeyinin bugün için %13,9’unu kaplamaktadır. Denizlerdeki korunan alanlar ise çok daha azdır ve açık denizlerin %3,4’ünü kaplamaktadır.
Ulusal ve uluslararası biyoçeşitliliğin korunmasında korunan alanların önemi çok büyüktür. Korunan alanlar, özellikle nesli tehdit ve tehlike altındaki türlerin devamı ve ekolojik süreçler için sığınak görevi görmektedirler. Aynı zamanda korunan alanlar, su ve gıda temini ile diğer ekosistem hizmetleri, koruma işlevi ve rekreasyon imkanlarından dolayı, alanda yaşayan insanların temel, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına da cevap vermektedir. Ayrıca, iklim değişikliği azaltım ve etkilerine uyum açısından sağladıkları katkılar bakımından da korunan alanlar önemli bir yere sahiptir.
İklim değişikliği açısından bakacak olursak; ekosistem kaybı ve bozulması, sera gazı emisyonlarının belirli sebeplerinden sayılmaktadır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) sera gazı emisyonlarının %20’sinin, ormansızlaşma ve arazi kullanımının değişmesinden kaynaklandığını öne sürmektedir. Dolayısıyla; koruma statüsü tanımlanan alanları korumak, karbon salınımını engellemenin ve ekosistem hizmetlerinin düzgün işlemesini sağlamanın tek yoludur.
Bununla birlikte; iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasında ve bu etkilere uyum gösterme aşamasında korunan alanların oldukça etkili olduğu görülmektedir. Atmosfere salınacak ya da atmosferde kalacak karbonun korunan alanlarda depolanıp uzaklaştırılmasıyla azaltım sağlanabilmektedir. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kapsamında 2008 yılında yapılan bir çalışmada karasal karbonun %15’inin korunan alanlarda tutulduğuna dikkat çekilmiştir. Sera gazı emisyonlarını düşürmek suretiyle iklim değişikliğinin sebeplerini ortadan kaldırmaya destek olmaları nedeniyle, iklim değişikliğine karşı küresel müdahalenin bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
İklim değişikliği etkilerinin azaltımında korunan alanların etkisi; bitki ve toprakta halihazırda mevcut olan karbonu depolayarak kaybının önlenmesinde ve atmosferdeki karbondioksitin doğal ekosistemlerde tutulmasında gözlenmektedir. Korunan alanlar, halihazırda doğal ekosistemlerde depolanan karbonu güvenceye almada ve daha fazla karbonu yakalamada önemli bir role sahiptir. Ormanlar, çayırlar, toprak, humus, kıta içi ve deniz ekosistemleri karbon yutağı olarak hizmet vermektedir. Örnek vermek gerekirse; en geniş karasal karbon deposu olan orman ekosisteminde 30,000 ton/km2 karbon tutulabilmektedir. Kıyı ve deniz alanları, özellikle de yıllık 0.2 Gt’lik karbon saklama potansiyeline sahip kıyı zonları, büyük miktarda karbon depolamaktadır. Deniz çayırlarının yayılım gösterdiği deniz tabanında 83,000 ton/km2 karbon tutulabilmektedir. El değmemiş turba alanlarının hektarda 1.300 tona kadar karbon içerdiği hesaplanmıştır. Doğal çayırlar çoğu toprakta olmak üzere büyük miktarda karbon tutmaktadır. Tahminlere göre otlatma alanları tek başına dünyadaki toprak karbonunun %10–30’unu ve çayırlar biyosferdeki toplam karbonun yüzde 10’undan fazlasını tutabilir.
Ayrıca korunan alanlar; iklim değişikliğinin insanlar üzerindeki muhtemel etkilerinden bazılarına doğrudan çözüm üreten bir dizi çevresel ürün ve hizmeti sağlayarak uyum çalışmalarına katkı verebilmektedirler. Çığ, kasırga, sel, gel-gitlerdeki ani seviye değişimleri ve kuraklık risklerinin azaltılması gibi afet önleme desteği sağlayarak iklim değişikliğine uyumda fayda yaratmaktadırlar. Toprakta suyun tutulmasını sağlayarak kuraklık ve çölleşme ile mücadeleye destek olurlar. Korunan alanlar doğal afetlerin etkisini azaltmaya yardım edebilirler. Örneğin sel durumunda; sel sularının dağılması için alan sağlayarak selin etkilerini doğal bitki örtüsü yoluyla azaltırlar. Toprağı ve karı kaymaya karşı sabitleyerek toprak kayması ve çığ tehlikesini azaltırlar ve herhangi bir kayma meydana geldiğinde hızını keserler. Mercan resifleri, bariyer adalar, mangrovlar, kum tepeleri ve bataklıklar fırtına dalgalarının oluşumunu engellerler. Korunan alanlar aynı zamanda; geçim kaynaklarının iklim değişikliği karşısındaki hassasiyetini azaltabilirler. Temiz, sağlıklı ve güvenilir su kaynağı sağlarlar. Deniz ve tatlı sulardaki balık stoklarını korur ve çoğaltırlar. Gen kaynaklarını koruyarak sürdürülebilir gıda teminine destek olurlar. Ayrıca sağlık açısından da korunan alanların uyum faydaları vardır. Habitatı koruyarak vektör kaynaklı hastalıkların yayılımını yavaşlatmaktan, geleneksel ilaçlara erişim sağlamaya kadar bu alanda da pek çok fayda sağlarlar.
Korunan alanların sağladığı bu hizmetler hükümetler ve hükümetlerarası örgütler tarafından da pratik birer azaltım ve uyum stratejisi olarak görülmektedir. Örneğin; Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), azaltım ve uyum kapasitesini artırmak için emisyonların ve iklim değişikliğine hassasiyetin azaltılmasında korunan alanların bir etken olarak kullanılması çağrısında bulunmakta, iklim etkilerinin sınırlandırılması amacıyla özellikle ormanların korunması ve yönetimine odaklanmaktadır. Ormanlar tarafından sağlanan azaltım düşük maliyetlidir. İklim değişikliğine uyum ve sürdürülebilir kalkınma ile önemli sinerji yaratabilir. Bunun da beraberinde istihdam, gelir yaratma, biyoçeşitlilik ve havza koruma, yenilenebilir enerji kaynakları ve yoksulluğun hafifletilmesi bakımından önemli ortak faydalar sağlar. “Ormancılık” üzerine yazılmış olan IPCC raporu; “Etkili korumadan ötürü ağaçların yeniden büyümesi karbon tutulumuyla sonuçlanırken, korunan alanların uyumlu yönetimi de biyoçeşitliliğin muhafazasına ve iklim değişikliğine karşı daha az hassasiyete yol açar.” sonucuna ulaşmaktadır. Örneğin ekolojik koridorlar, değişen iklime uyuma olanak tanıyan flora ve fauna göçü için fırsatlar yaratmaktadır; ancak, habitatların yok edilmesi ve bozulması nedeniyle korunan alanların sağladığı bu hizmetlerin bazıları risk altındadır. Daha da önemlisi; habitat bozulmaları nedeniyle ekosistemlerin karbon yutağı olmaktan çıkıp karbon kaynağı haline gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
İnsan etkilerinin yanı sıra iklim değişikliğinin kendisi korunan alanları tehdit etmektedir. Yapılan çalışmalar; küresel sıcaklık ortalamasının 1,5-2,5 derece artması sonucunda, atmosferdeki CO2 konsantrasyonundaki artışla birlikte; ekosistem yapısında ve işlevinde, türlerin çevreyle etkileşimlerinde ve türlerin coğrafi dağılımlarında köklü değişiklikler olacağını; ayrıca su ve gıda temini gibi ekosistem ürünleri ve hizmetleri ile biyoçeşitlilik üzerinde büyük ölçüde olumsuz sonuçlar ortaya çıkacağını göstermektedir. İklim değişikliği ile birlikte insan sağlığı tehdit altına girecek ve ekosistemler zarar görecek veya ortadan kalkacak ve türlerin büyük olasılıkla %20-30’u yok olacaktır. Deniz seviyesindeki bir metre yükselme dünyanın mevcut kıyısal sulak alanlarının yarıdan fazlasının yok olmasıyla sonuçlanacaktır. Tedbir alınmaması halinde; özellikle bu yüzyılda, karasal ekosistemlerce net karbon tutulumunun yüzyılın ortalarına doğru zirveye ulaşması ve bunun ardından azalması ve hatta durumun tersine dönmesi, böylece iklim değişikliğinin büyümesi beklenmektedir.
Korunan alanlar iyi yönetilirse, uygun maliyetli iklim değişikliği mücadele stratejisi olarak uygulanabilmektedir. Çünkü ilk yatırım maliyetleri çoktan karşılanmıştır ve sosyo-ekonomik maliyetleri korunan alanların sağladığı diğer hizmetler tarafından dengelenmiştir. Bu uygulamanın etkinliğini arttırmak için doğal ekosistemlerin iyi bir kapasiteyle karbon yutakları ve uyum kaynakları olarak etkin yönetimini sağlamak gerekmektedir. Aynı zamanda yönetişim (katılımcı ve paylaşımcı yönetim) yapısı oluşturularak yerel halk desteğinin alınması etkinliği artırmaktadır.
2008 tarihli IPCC raporunda da belirtildiği gibi su miktarı ve kalitesinde iklim değişikliğinden doğan değişimlerin; gıda miktarını, güvenilirliğini, erişimini ve kullanımını etkilemesi beklenmektedir. İyi yönetilen doğal ormanlar yüksek kalitede su sağlarken, sulak alanlar ve çayır habitatları da dahil diğer doğal habitatlar da, sudaki kirlilik düzeylerini ve çözünmez maddeleri azaltmada önemli bir rol oynarlar. Korunan alanların etkili yönetimi, su kaynaklarının korunması için şarttır ve iklim değişikliği ve insan kaynaklı baskı unsurlarının sebep olduğu bozulmaya karşı korunmasını sağlar. Yeraltı ve yüzey sularının kirletilmesine karşı gerekli tedbirler alınmalı ve aşırı tüketimin önüne geçilebilmesi için su yönetim sistemi geliştirilmelidir.
Tarımsal biyoçeşitliliğin korunması için ulusal düzeyde tarımsal biyoçeşitlilik koruma stratejileri oluşturulmalı, yerel halk tarafından korunan alanlar gibi toplumsal yaklaşımlar planlara dahil edilmelidir. Ayrıca, verimsiz tarım alanları yeniden doğal bitki örtüsü ile kaplanarak karbonu tutma kapasitesine kavuşturulmalıdır.
Aşırı balık avı ve zarar verici avlanma teknikleri yüzünden balıkçılığın küresel olarak gerilediği, iklim değişikliğinin de bu gerilemeyi hızlandıracağı bilinmektedir. Korunan alanlar balık stoklarının yeniden oluşumuna fırsat tanıyarak deniz ve tatlısu balıkçılığını destekler ve sucul topluluklarının direncini artırır. Bu alanlarda koruma stratejisi deniz sistemlerinin direncinin artırılmasına yönelik olmalıdır.
Doğal ekosistemlerin afet risk yönetimindeki rolünü güçlendirebilmek için ulusal ve bölgesel/sınır ötesi bir ölçekte doğal fırsat analizleri yapılarak afetlerin önlenebileceği ve azaltabileceği yerler tanımlanmalı ve tampon görevi gören bu ekosistem hizmetlerini korumak amacıyla hassas alanlara koruma statüleri tanımlanmalıdır. Bu korunan alanlarda ekosistem koruma stratejileri oluşturulmalıdır.
Korunan alan sistemleri bütünsel, ekolojik açıdan tam temsiliyet sahibi ve son derece dirençli biçimde tasarlanmalıdır. Türlerin iklim değişikline uyumunu kolaylaştırmak amacıyla korunan alanlar genişletilmeli ve arttırılmalıdır. Genetik alışverişi kolaylaştırmak için tampon bölgelerin ve biyolojik koridorların kullanımı yoluyla korunan alan sistemleri ekolojik açıdan bağlantılı olmalıdır. Bu koridorlarda sanayi, yollar, yerleşimler, tarım alanları gibi bariyerler bulunmamalı; geçişlerin sağlanabilmesi açısından belirli türlere özel atlama basamakları oluşturulmalıdır. İmar planları, özellikle de çevre düzeni planları bu bütünselliği sağlamanın en etkin yoludur.
Korunan alanların sahip olduğu doğal özelliklerin düzenli olarak izlenmesi ve bu izleme sonuçlarının değerlendirilmesi ışığında alınacak tedbirlerin uygulanması, alanların sektörel baskılardan ve iklim değişikliğinden korunması için son derece önemlidir.
Korunan alanların iyi yönetilmesinin yanı sıra etkin olabilmesi için; bu yönetimin doğrudan iklim değişikliği azaltım ve etkilerine uyuma odaklanması, bir strateji olarak ulusal ve yerel iklim değişikliği uyum ve azaltım strateji ve eylem planlarının içine dahil edilmesi gerekmektedir. Korunan alanların iklim değişikliği müdahale stratejilerindeki görevini yerine getirebilmesi için; korunan alanın büyüklüğü, kapsamı ve işlevinin artırılması ve koruma düzeyinin yükseltilmesi, farklı korunan alan yönetişim modellerinin teşvik edilmesi ve korunan alanlarda yönetim etkililiğinin artırılması gerekmektedir.
Elbette korunan alanlar iklim değişikliğine tam bir çözüm sunmamaktadır. Dolayısıyla korunan alanlara duyulan güven, emisyonları kaynağında azaltma çabalarının yerine geçmemeli veya bu çabaları baltalamamalıdır. Ancak bugüne kadar sıklıkla ihmal edilmiş olmalarına rağmen, stratejinin yaşamsal bir parçası olduğu da unutulmamalıdır.
Damla BAYKAL, Çevre Y. Mühendisi
Kaynakça:
– Dudley, N., S. Stolton, A. Belokurov, L. Krueger, N. Lopoukhine, K. MacKinnon, T. Sandwith ve N. Sekhran [editors] (2010); Natural Solutions: Protected areas helping people cope with climate change, IUCNWCPA, TNC, UNDP, WCS, World Bank and WWF, Gland, Switzerland, Washington DC and New York, USA
– IPCC (2007); Summary for Policymakers. In: Climate Change 2007: Mitigation. Contribution of Working Group III to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [B. Metz, O.R. Davidson, P.R. Bosch, R. Dave, L.A. Meyer (eds)], Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
– Nabuurs, G. J., O. Masera, K. Andrasko, P. Benitez-Ponce, R. Boer, M. Dutschke, E. Elsiddig, J. Ford-Robertson, P. Frumhoff, T. Karjalainen, O. Krankina, W.A. Kurz, M. Matsumoto, W. Oyhantcabal, N.H. Ravindranath, M.J. Sanz Sanchez, X. Zhang, 2007: Forestry. In Climate Change 2007: Mitigation. Contribution of Working Group III to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [B. Metz, O.R. Davidson, P.R. Bosch, R. Dave, L.A. Meyer (eds)], Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
– Pena, N. (2008); Including peatlands in post-2012 climate agreements: options and rationales, Report commissioned by Wetlands International from Joanneum Research, Austria
– Sabine, C. L., M. Heimann, P. Artaxo, D. C. E. Bakker, C. T. A. Chen, C. B. Field, N. Gruber, C. Le Queré, R. G. Prinn, J. E. Richey, P. Romero Lankao, J. A. Sathaye and R. Valentini (2004); Current status and past trends of the global carbon cycle, in: The Global Carbon Cycle: Integrating Humans, Climate and the Natural World, (C. B. Field and M. R. Raupach, eds.), Island Press, Washington, D.C., USA, pp. 17-44
– Schuman, G. E., H. H. Janzen and J. E. Herrick (2002); Soil carbon dynamics and potential carbon sequestration by rangelands, Environmental Pollution 116: 391-396
– Nosberger J., H. Blum and J. Fuhrer (2000); Crop ecosystem responses to climatic change: productive grasslands, in Climate change and global crop productivity, Hodges H. F. (ed), CAB International, Wallingford, UK, pp 271–291
– Post, W. M. and K. C. Kwon (2000); Soil carbon sequestration and land-use change: processes and potential, Global Change Biology 6: 317-328
– Nicholls, R. J. and F. M. J. Hoozemans (2005); Global Vulnerability Analysis in M Schwartz (editor), Encyclopaedia of Coastal Science, Springer
– Reuchlin-Hugenholtz, E., McKenzie, E. 2015. Marine protected areas: Smart investments in ocean health. WWF, Gland, Switzerland.
– S. Mansourian, A. Belokurov and P.J. Stephenson. The role of forest protected areas in adaptation to climate change. WWF, Gland, Switzerland.
– Kapos, V. et al. (2008). Carbon and Biodiversity: A Demonstration Atlas. United Nations Environment Programme–World Conservation Monitoring Centre. Cambridge, U.K.
Facebook’ta Paylaş Twitter’da Paylaş Google Plus’da Paylaş Yazdır
Önceki Makale
kaynak:https://csb.gov.tr/iklim-degisikligi-ve-korunan-alanlar-makale